Lisenin ilk yılıydı. Daha çok MMORPG oyunlarla ilgilenen ben hali ile daha çok evde oyun oynardım. Daha sonraları yeni arkadaşlar, yeni yerler derken internet cafe ortamlarında takılmaya başladım. Herkesin Counter-Strike ya da Call of Duty gibi oyunlar oynadığını düşünüyordum. Ama içeri girdiğim an herkesin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen Warcraft 3 oynadığını gördüm. Biraz daha dikkatli bakınca bunun sıradan bina kur, karşı tarafı ordularınla yok et haritası olmadığına karar verdim. Bu adeta bambaşka bir oyundu. Çok hızlı oynanışı, el göz koordinasyonun yanında takım çalışması da gerektiriyordu. Bir anda dikkatimi çeken oyunu uzun süre izledim. İşte benim DotA yani Defense of the Ancients ile tanışmam bu şekilde gerçekleşti. O andan itibaren DotA oyunlarımın merkezine oturdu.
Bir DotA hayranı olarak Dota 2‘nin incelemesine başlamadan önce sizlere DotA ile ilk tanışma anımı anlatmasam olmazdı. Uzun yıllar Eurobattle.net ve Wepla gibi sunucularda oyunu oynadıktan sonra ben de bütün oyuncular gibi neden Blizzard‘ın böyle efsane haline gelmiş bir haritayı bir ayrı oyun olarak sunmadığına anlam veremiyordum. Uzun yıllar süren bekleyişin ardından oyun, her ne kadar ilk oyunu olsa da, “Dota 2” ismiyle hiç beklenmedik bir firma Valve tarafından duyuruldu. Valve’ın böyle bir hamle yapmasını kimse beklemiyordu. Bir yanda Half-Life, Portal gibi büyük ve sevilen oyunların yaratıcısının oyunu geliştirecek olmanın rahatlığı varken diğer yanda Blizzard gibi bir devin bu oyuna ve karakterlere nasıl izin vereceği gibi sorular vardı.